26 Aralık 2012 Çarşamba

12 Kasım 2012 Pazartesi

ÖRGÜ BATTANİYE


Üzerinize sağlık, bayram öncesi bir grip oldum ki tamda adı gibi yani “katır gribi”ymiş bu yıl ki gribin adı. Geçer gider diye önemsemedim başta ama sen misin önemsemeyen ! Bir geldi pir geldi, alaşağı etti gözüm ne temizlik gördü ne bayram. Bayramı o hastane senin, bu hastane benim misali acillerde geçirdim. Hiç böyle uzun süreli grip olurmu? Olurmuş. Neyse gitti şükür. Allah hepimize sağlık, sıhhat versin.
    
     Uzun süre yatakta olunca bende fırsatı değerlendirdim. Bir süre önce evdeki artık kullanılmayan örgü giysileri sökmüş, yumaklamıştım birde örgülerden kalan parça ipler vardı . Onlardan orta kalınlıkta makarna ipi  ayarı birbirine karıştırıp yumaklar hazırlamış ve kare kare örmeye başlamıştım… 


 

İşte o kareleri ip bitesiye ördüm sonrada birleştirdim. 

Günlük kullanmaya battaniye oldu. Hem dolaplar ferahladıhemde sıcacık battaniye oldu :)

 




11 Kasım 2012 Pazar

Çöpten yaşam felsefesi Freeganizm

Onların hayatı çöp karıştırmakla, yiyecek aramakla geçiyor. Başka çaresi olmayan insanlardan bahsetmiyorum. Konumuz, tüketim çılgınlığına başkaldıran, çöpte buldukları taze yiyeceklerle ve iyi durumdaki eşyalarla hayatlarını devam ettiren ‘freegan’lar.

‘Freeganizm’ 1990’lı yıllarda, materyalizm ve tüketim çılgınlığına reaksiyon olarak ortaya çıkan bir akım. Sözcük, İngilizce’de ‘bedava’ anlamına gelen ‘free’ ve hayvansal hiçbir gıdayı tüketmemek anlamına gelen ‘vegan’ kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış. Ancak freeganların tümü vegan değil, aralarında hayvansal gıda tüketenler de var. Bu akımın takipçileri hayatlarını, mümkün olduğunca hiçbir şey satın almayarak sürdürüyor. Yemek ihtiyaçlarını, taze olduğu halde çöpe atılan gıdalarla karşılıyorlar. Kıyafetler ve diğer eşyalar da aynı şekilde… İyi durumda olmalarına rağmen çöpü boylamış her şey freeganların. Bu yüzden bazıları onlar için ‘çöpe dalanlar’ (dumpster diver) ifadesini de kullanıyor.
ÇALIŞMAYA KARŞILAR
En büyük düşmanları israf.  Dünyada yüz binlerce insan açlıktan ölürken, başta süpermarket ve restoranların savurganlığına dikkat çekerek, bu kapitalist döngüyü kırmayı hedefliyorlar.
Dertleri sadece bu da değil. Çevre temizliğine de önem veriyor, çalışmayı da sorguluyorlar. Aileniz ve sevdiklerinizle huzur içinde vakit geçirmek varken, çevreye de büyük zarar veren kapitalist düzenin dayattığı bu acımasız rekabet ortamının bir parçası olmaya ne gerek var?
FAVORİ ŞEHİR: NEW YORK
ABD’de ortaya çıkan akım, İngiltere, Brezilya, İsveç, Estonya ve Güney Kore derken tüm dünyada hızla yayılıyor. Freeganların en aktif olduğu şehir ise New York. Günlük gıda ihtiyaçlarını restoran ve süpermarketlerin çöplerinden karşılıyorlar. Daha farklı ihtiyaçları içinse örneğin öğrenci yurtlarına yöneliyorlar. Her yıl çeşitli üniversitelerin mezuniyet töreninden sonra, boşaltılan yurtların önüne gidiyor ve çöp karıştırmaya başlıyorlar. Favorileri ise New York Üniversitesi (NYU) öğrencileri. Çöplerinde çalışır durumda iPod’lardan, fiyat etiketi bile üzerinde duran kıyafetlere ve hiç kullanılmamış vücut kremlerine kadar her şey var.
Freegan akımının öncülerinden ABD’li Adam Weissman’a göre freeganizm, israfı önlemek, daha az çalışabilmek için para biriktirmek ve tüketimin etkilerini en aza indirgemek için oluşturulmuş bir strateji ve siyasi kültür. Kaynaklar için rekabet etmek yerine paylaşmayı destekliyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik sistem, bizi birer köleye dönüştürdüğü gibi, çevreye ve hayvanlara da büyük zarar veriyor. Çünkü kapitalizmin en büyük motivasyonu tüketicilerin ihtiyaçlarını dikkate almadan kâr elde edebilmek.
NASIL FREEGAN OLUNUR?
Weissman, freegan olarak hayatınızı devam ettirmenin hiç de zor olmadığını söylüyor. Çöpte çalışır durumda LCD televizyon bulunabildiği bir tüketim çılgınlığından bahsettiğimizi düşünürsek, haksız da sayılmaz. Özellikle ABD ve İngiltere’de rastlayabileceğiniz; hiçbir ürünün para karşılığı satılmadığı süper marketler, bit pazarları ve çeşitli internet siteleri freeganların uğrak yeri. Freeganizm aslında sistematik bir akım. Felsefeleri gereği hiçbir şeyin atık olduğuna inanmadıklarından, tamir becerisi onlar için çok önemli. Bunu da çeşitli workshop’larda tamir dersleri vererek diğer freeganlara öğretiyorlar. Bu dersler terk edilmiş binalarda gerçekleşiyor. Yaşadıkları yerler de aynı şekilde... Terk edilmiş bunca bina varken, kira ödemeyi akılları almıyor. Akıllarının almadığı bir başka şey ise evsiz bunca insanın donarak öldüğü sokaklarda, hükümet üyelerinin sıcacık evlerinde nasıl rahat ettiği.
Taşıt ve petrol ekonomisini sosyal ve ekolojik bir felaket olarak niteleyen freeganlar genelde bisiklet kullanıyor. Hem insan sağlığı için iyi, hem çevreye hiçbir zararı yok, hem de masrafsız. Eskidiği veya bozulduğu gerekçesiyle çöpe atılmış onca bisikleti tamir etmek varken, bisiklete para verdiklerini düşünmüyorsunuzdur herhalde. Günlük hayatlarındaysa, kâğıt havlu yerine eski gazete, kâğıt peçete yerine mendil, kağıt bardak yerine cam bardak kullanıyorlar.
Weissman’a göre gerçek mutluluk alışveriş merkezlerinde değil. Daha az satın alır ve satın aldıklarımıza da iyi bakarsak, çalşmamıza da gerek yok. Ama burada amaç tembellik etmek değil. Zamanımızı kapitalizme hizmetine sunmak yerine, sevdiklerimize ve insanlığa daha yararlı şeylere ayırmak.
‘ÇÖP’ DİYE BİR ŞEY YOK
Freeganlara göre, hiçbir şey çöpe atılmamalı. Sizin işinize yaramayan bir şey, başkasının işine yarayabilir. Çürümüş gıdalar ise gübreye dönüştürülebilir. Freeganlar, trafik problemini de karşı oldukları bu düzenin bir parçası olarak görüyor; bisiklet kullanımını, otostopçuluk ve ortak araç kullanımını hararetle savunuyorlar.
FREEGANİZM BİR YAŞAM TARZI DEĞİL
Freeganlar, bu akımın bir yaşam tarzı olduğunu savunanlara şiddetle karşı çıkıyor. Onlara göre Freeganizm bir felsefe. Amaçları, kapitalizmin dayattığı tüketim çılgınlığa karşı yeni bir kültür oluşturmak. Ancak bunu kürk karşıtı grupların, kürk kullanıcılarının üzerine boya fırlatmasındaki gibi bir anlayışla yapmıyorlar. Daha ‘anlayışlı’ olduklarını söylüyorlar. Kapıları da herkese açık.
Zaten bu yaklaşım sayesinde freeganların hepsi vegan olmak durumunda değil. Çöpten beslenmemize de gerek yok, sadece daha dikkatli tüketim yapmamız bile onlar için yeterli.
ÇEVRECİLİK ‘OUT’ FREEGANİZM ‘IN’
ABD’deki St. Lawrence Üniversitesi’nden sosyoloji profesörü Bob Torres’e göre, freeganizm her geçen yıl popülerleşiyor. Bunda çevreciliğin yarattığı hayal kırıklığının da payı var. Çünkü bazı insanlar, sadece belirli besinler tüketmeyi çevrecilik zannediyor ve hatta bu besinlerin üretimi için ne gibi kaynakların harcandığıyla bile ilgilenmiyor. Torres, özellikle küresel ısınma gibi konularda insanların çok bilinçsiz olduğunu ve önlem olarak çevreci otomobiller satın almaktan daha ileri gidemediklerini söylüyor. Bu noktada, içinde bulunduğumuz sistemin küresel ısınma gibi bir felaketten bile kâr etmeye çalıştığını vurguluyor ve freeganizmin, kapitalizmin fayda yaratabileceği boşlukları bulunmadığına dikkat çekiyor.

Kaynak 

20 Ekim 2012 Cumartesi

QİLLİNG DENEMESİ :)


Quilling tabloları seyretmeye doyamıyorum çook güzeller. Bende bir deneyeyim dedim, içi yenmiş boş bir çukulata kutusu, renkli karton parçaları, tutkal, makas ,biraz yapışkanlı kağıt, biraz renkli sim. Ve ortaya böyle bir tablo çıktı. O bakmaya doyamadıklarım gibi olmadı ama olsun bu da benim el emeğim. Yalnız bir daha yapmaya kalkmam sanırım çünkü çok zor, yapanları ayakta alkışlıyorum...


19 Ekim 2012 Cuma

ÖRGÜ ŞİŞİ VE TIĞ İÇİN KUTU

Kış geliyor,örgülere başlamadan bir şiş, bir de tığ kutusu boyadım. Ortalıkta dolaşan şişler ve tığlar bir araya toplandı nihayet :)

18 Ekim 2012 Perşembe

EKMEK KUTUSUNA DEKUPAJ

ekmek kutusunun beyaz plastik kapağına dekupaj çalışması yaptım. Güzel oldu gibi...

17 Ekim 2012 Çarşamba

KURAN'I KERİM VE TESPİH KUTUSU

Çok severek boyadım, fotoda göründüğünden daha güzel. İçime sinen bir çalışma oldu.

25 Eylül 2012 Salı

YİNE ATMAYA KIYAMADIM :) POLYESTER KAHVE TEPSİSİ

Yeni birşeyler almak, alışveriş yapmak çok güzel de al, al, al nereye kadar ? Eskileri atmaya kıyamıyoruz üstüne birde yenilerini ala ala ev depoya dönüyor. Ondan sonra da eşyalar bize hizmet edecekken biz onlara hizmet etmeye başlıyoruz. Sil,  süpür, yıka, durula, temizle, kullanımda olanı yerleştir, kullanılmayanı kaldır, depola. Ay of gına geliyor bazen. Onun içinde artık kendimi frenlemeye başladım inşallah aynen giderim :)))

Hem eskileri dönüştürmek daha çok hoşuma gidiyor. İşte bir örnek daha :)

Dolabın içinde bir köşede duruyordu, atmaya kıyamadım. Bende bilir bilmez boyadım süsledim, kullanıma hazır hale geldi.

Emektarımın eski hali :

Bu da son hali :


12 Eylül 2012 Çarşamba

Yaz geldi benim hobi işleri de tatile çıktı. Ama blogları günlük izlemeye ara vermeden tam gaz devam ediyorum. Hayran hayran seyrediyorum :)

E yeni bir şeyler üret(e)meyince de paylaşamıyorum biraz önce blogları gezerken EL İŞLERİM'in eleğini gördüm harika olmuş. Geçtiğimiz kış bende fi tarihinden beri kullandığım eleğimi boyamıştım o geldi aklıma paylaşayım dedim. Renk geldi yüzüne :)

Eski hali böyle bir şeydi :














Şimdi böyle oldu :





Sokak Kitaplığı

Ben bunu çok sevdiiiimm :)
http://www.streetartutopia.com/?p=9248


ve de bunu :) Almanya'da yıldırımın devirdiği veya hasarladığı ağaç gövdelerinden oluşturulmuş bu sokak kitaplıkları. Buradan kitap almak için önce bir kitap koyuyorsun ve sonra istediğin bir kitabı alıyorsun, harika süper fikir...





İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye

sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız? ” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “ Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”
 
Deniz KİTE

Varolan Herşeye %100 Evet!

Her şey karşıtıyla birlikte bütündür ve o yüzden AN’dan AN’a karşıtını yaratmayı sürdürür.
Anneciğim, babacığım size ve arkanızdaki tüm atalarıma % 100 EVET. Bana yaşamı bağışladığınız ve tüm deneyimlerinizin kayıtlarını genlerim aracılığıyla bana aktardığınız için size teşekkür ediyorum. Sizi seviyorum, bilerek bilmeyerek ortaya koyduğum tüm hatalarım, isyanlarım ve sizlerle ilgili olumsuz düşünce ve tavırlarım için sizden özür diliyorum, lütfen beni bağışlayın, teşekkür ediyorum.
Yazı öncesi mağara resimleri, yazılı tarih ve hatta dinler bize hep aynı savaşımdan söz ediyor. İyi ile kötü, aydınlık ile karanlık, yaşam ile ölüm arasındaki savaşım. Ya var ya yok olacaksınız. İyi yandaysanız hem yaşamda hem yaşam sonrasında varsınızdır var olmaya devam etmeye hak kazanmışsınızdır ve değilseniz hem yaşamda hem sonrasında yoksunuzdur ve zaten buna hakkınız da yoktur. Kabul görmeyen “yok” kabul edilir. Tarih sayfaları size bunu hatırlatan deneyimlerle dolu.
İnsanın var olmaya başladığından bu yana bitmemiş “savaşmazsan varlığını sürdüremezsin” pompası hala etkili. Herkes barışın ne kadar da hoş olduğunu biliyor, sürmesini istiyor ama savaş hiç bitemiyor. Neden acaba?
Karşıt güçler arasındaki savaşı anlatan en eski, neredeyse tüm sembollerden daha bilinen ünlü Yin/Yang formu artık neredeyse bebeklerin bile tanıdığı, üzerinde fikir yürütebildiği, çıkarsayabildiği anlama göre yaşamını düzenlemeye başladığı bir görsel tema oldu.
Buna göre var olan her şey bir bütündür ve o bütünlük dünyanın kutupluluk yasasının kurallarına bağlıdır. Aydınlık, iyi, güzel, akıllı, halim, sevgi dolu ne varsa sembolün bir yanında beyazla temsil edilirken, karanlık, kötü, çirkin, cahil, saldırgan korku dolu olanlar sembolün diğer yanında siyahla alan buluyor.
Aydınlık taraf içinde karanlık olanın tohumunu ve bunun gibi karanlık olan da içinde aydınlık olanın tohumunu taşıyor. Buna bağlı olarak aydınlık yanın genişlediği bölgelerde karanlık olan daralıyor ve tersi…
Bu sembolle ilk çalışmaya başladığımda ben de diğerleri gibi bana anlatılanlara göre (içime bakmadan önermeleri tartışmasız doğru kabul ederek) yorum yapmakta olduğumdan, bu genişleme ve daralma anında birinin diğerine göre artıp azaldığını varsaymaktaydım. Aradan geçen yıllar, zihinsel olarak esnemeye gayret etmem ve diğer çalışmalarım bu düşüncemizin mutlak doğru olmayabileceğini fark etmeme yardımcı oldu. İşin doğrusu mutlak doğru diye bir kavramın olmadığı, olamayacağı düşüncesini daha çok benimsedim.
Aynı sembole şimdi baktığımda beyazın ya da siyahın genişlemesinin ille de artış anlamına gelmediğini düşünüyorum. Alan çalmak için titreşimini yükselterek genleşme ve buna bağlı genişleme de pekâlâ iki boyutlu bu resimde büyüyen beyaz alan olarak resmedilmiş olabilir. Durum buysa diğer tarafta azalma değil sıkışmaya bağlı daralma olacaktır.
Dikkat etmişsinizdir: “Alan çalmak” kavramından söz ettim. Bu rastlantısal ya da talihsiz bir söylem değil. Beyaz olanın da “hırsız” olabileceğini net olarak biliyoruz. İçindeki kara nokta, kötülüğün tohumunun beyaz ya da “iyi” olanda zaten var olduğunu açıkça dile getiriyor.
İşte bunu ayrımsadığım andan bu yana bütünlüğün içinde taraf tutmanın sadece diğer tarafa sıkışma ve bunalma etkisi yapıyor olduğunu da düşünmeye başladım. Ayrıca kimlik kazanmak ve o kimliğin değerli olması da gerekli ve bu değer ancak karşıtı değersiz bir şey olduğunda ortaya çıkabiliyor. Kısacası her şey karşıtıyla BİR ve BÜTÜN ve aynı zamanda ancak karşıtı daha az iyi ise ilkinin iyiliği anlam kazanıyor.
Yin Yang içindeki bu anlayışımı insana uyarladığımda ilginç ve sarsıcı saptamalarım oldu. Paylaşayım.


Sosyal kimlik, daha refah içinde bir yaşam, sevilme ve aidiyet gereksinmesi hepimizi toplum tarafından kabul gören “iyi ve aydınlık” ne varsa onları ön plana getirmeye zorunlu kılıyor. Konu açıldığında biz özgür seçimimizle “iyi” olduğumuzu söylesek de bunun hiç de dürüst bir söylem olmadığını kavradığımda hayatımın tokadını yemiş gibi oldum. Yin içinde yang tohumunu ilk kez bu kadar net biçimde görüp kavramıştım.
Adeta kendi elimle kendi suratıma izi yıllarca kaybolmayacak bir şamar indirmiştim. Ben, benim için söyledikleri kadar iyi olsam da dürüst değildim. Zaten o kadar iyi de değildim. Sadece o kadar iyiymiş gibi davranıyor ve her seferinde de bana, tavrıma ya da söylemlerime karşı çıkan, iteleyen, tersleyen kişi veya kişiler yüzünden ortamları terk etmek zorunda kalıyordum.
O kişilerle kavga etmek bana yakışmazdı. Seviyeyi koruyarak tartışmak bir süre sonra olanaksızlaşıyordu. Herkes kendince haklı olduğundan diğerinin kendi fikrini kabul etmesi koşul oluyordu. Seviyeyi korumak kibriyle susmaksa enayilik, aptallık, basiretsizlik ya da en azından bilgisizliğin sonucu sayılacaktı. Bunu nasıl kabul edebilirdim? O zaman geriye tek ve “onurlu” seçenek olarak istifa etmek yani o ortamdan ayrılmak kalıyordu.
O kişiler böyle davrandıkça, bazen inanarak bazen de çaresizce ve anlayamadan “var OL’AN her şey birbirine aynadır” diyor, elimden geldiğince bu aynaya bakmaya özen gösteriyordum, bu kadarını biliyordum. Anlamasam da ezberlemiştim, önermişlerdi ben de kabul etmiştim. Bunu görmek yeter sanılsa da yetmiyordu. Bu deneyimi hayatımdan % 100 çıkaracak biçimde değişemiyordum. İşin doğrusu neyi anlamadığımı ya da göremediğimi hatta daha da kötüsü neden anlaşılamadığımı da pek anlayamıyordum.
“Bu nasıl ayna? Ben ne zaman, kime böyle davranıyorum” diye sorup duruyor, “göremediğim gölge yanım nerede acaba” diye merak ediyor yine de bu durumdan bir türlü kurtulamıyordum. Şimdi anlıyorum. O insanlar gibi olmasam da onların bu tavırlarını yargılıyor, beni anlamamış olmalarına içerliyor, anlaşılmama konusunda kendime izin vermediğim için bu izinsiz olduğum halimle sık sık karşılaşıp kabul edemediğim için de içerlemeye ve onu dışlayıp büyütmeye/güçlendirmeye devam ediyordum. Onlar bana “anlamamaya ve anlaşılmamaya da izinlisin” diyorlardı da ben duyamıyordum.
Anlamamayı ya da anlaşılmamayı reddettikçe içimdeki bu parça da büyüyüp güçleniyor ve kendini bana gösterme çabasına giriyordu. Tıpkı bir sınıfta öğretmenin tüm ilgisinden yoksun bir öğrencinin kendini belli etme çabasıyla yaramazlık yapması gibi içinizde görmeyi reddettiğiniz parçalar da dışarıdaymışçasına kendilerini siz göstermeye başlarlar.
Gerçekte yaptığıma şimdi bakınca… Özgür seçimimle iyi olmaya değil sevilmeye yönelmiştim. İyi ve aydınlık olanı içimden öyle geldiği için değil sadece aidiyet hakkımı yitirmemek, sevilmek ve saygın biri olarak kabul görmek için kullanıyordum. En son yine böyle kendi gibi düşünmediğim için aptal olduğumu ima eden, çok bilmişçesine davranan bir arkadaşa “seni görüyorum ve varlığını onurlandırıyorum, sana yüreğimde bir yer veriyorum ama seni sevmiyorum” deme cesaretini gösterdim. O arkadaşım bunu anlamadı ve benim çelişkili biri olduğumu “yürekte ancak sevilene yer verildiğini” söylediyse de ben o söylemimden bu yana o tür insanlarla karşılaşmamaya başladım. Onu sevmediğimi ve yine de varlığını onurlandırdığımı kabul edince onun tavrıyla yaklaşan tüm yansımalar da benden uzaklaşmışlardı işte…
Peki sadece ben mi -en azından- kendine karşı riyakar ve iki yüzlü biriyim?
Reddettiğiniz her şey büyür ve güçlenir, kabul ettiğiniz her şey enerjisini ve gücünü sizinle paylaşarak sizi güçlendirir.

Hangimizin içinde bir katil, yalancı, tacizci, düzenbaz, çıkarcı yok ki? İnsan mikro kozmossa eğer, makro kozmosta ne varsa onların hepsine sahip olmalı değil mi? Aksi halde makro kozmos gibi BİR ve BÜTÜN olabilir mi?
Zayıf olanın içinde şişmanlık, iyi olanın içinde kötülük, şifacı olanın içinde büyücülük üstelik de karşıtıyla eşit miktarda olmalı. Aksi halde bütünlük ortadan kalkar ki bu da olanaksızdır. Özürlü olan, eksik organla doğmuş olan bile kendi özünde BİR ve BÜTÜN iken her hangi parçamız ve nasıl zıddından ayrı ya da eksik olabilir ki?
Var olan her şey karşıtı ile bir bütündür dedik. Bunu şöyle de açıklayabiliriz. Diyelim ki merhameti yüksek, esirgeyen ve destekleyen yanımız güçlü olsun. Karşıtıyla bütünlük açısından bakınca zalim, zorlayan ve itekleyen yanımızda tam da merhametli yanımızla aynı miktarda olacaktır. (Diyelim ki merhamet kilo ile ölçülebilir ve diyelim ki merhametimiz bir kilo olsun. Bu durumda mezalimimizde bir kilodur.) Biz sürekli sevgi ve saygı kazandıran merhametli yanı ön plana çıkarır, diğer, kıran, döken, üzen yanımız yokmuş gibi davranırsak zalim yanımız sıkışır daralır ve daralıp sıkıştıkça da güçlenir. Sonunda “beni görmezsen, kabul etmezsen, varlığımı onurlandırmazsan patlayacağım” dercesine hareket etmeye başlar.
Patlama noktası geldiğinde, içindeki merhameti dışlayan, yokmuş gibi davranan, adının yanına zalim, kötü, hain gibi sıfatlar yakıştırdığımız bir başka kişi aracılığıyla gelir karşımıza dikilir (BEN, SEN BİRİZ ve ben sende yansıyorum). O zalim dediğimiz aslında “bak bende sana ait bir şey var onu dışlaman doğru değil, o sana ait ve bulunması gereken yer senin hayatın, işte şimdi onu ait olduğu yere gönderiyorum” demektedir.
Başka bir deyişle o kişi: “Senin içindeki parçalardan biri olan zulmü sen kabul etmedin. Bedeninden, varlığından dışarı yolladın. Her şey aslına, kaynağına dönmek zorundadır. O da sana dönmek istiyor ve işte ben de sana onu getirdim” demektedir.
Biz bunu görmeyi reddettiğimizde ona kızar öfkelenirsek alttaki mesaj daha da keskinleşir. İçimizdeki mezalim her reddedişimizde daha da sıkışmakta ve haliyle daha da keskinleşmektedir. Her inkâr daha da sert, katı, zalim aynalarla karşılaşmamıza ve buna bağlı olaraki veren, seven, anlayışlı, dürüst yanımıza daha da çok sarılıp onu daha da fazla sömürmemize yol açar.
Elbette bu hal yaşamın her alanında kendine sahne bulabilir. Örneğin dürüstlükle davranan, en fazla dürüstlüğünüzü ön plana çıkaran ve “yalandan ve yalancılardan nefret ederim” diyenlerdenseniz büyük bir olasılıkla yaşamınızda çok fazla yalana maruz kalıp en çok yalancılardan çekiyorsunuzdur.
Eli açıklık, paylaşımcılık, bolluk bilinci ise genel tavrınız, geleni paylaşmak ve gideni onurlandırmaktansa “elimin kiriydi hiç olmazsa temizlendi” ise söyleminiz, hayat karşınıza cimrileri, sizi maddi şeyler için kullananları getiriyordur çoğunlukla.
İntikam duygunuzun varlığı utanç veriyorsa yaşamınızın her alanında sizi kıran, kızdıran ve hatta size son derece haksız davranan birilerine toslayıp cezalandırmak istediğinizde onlara değil kendinize kızıp suçluluk duygusu ile kavruluyorsunuzdur.
Reddettiğimiz her ne olursa olsun, karşımıza başkalarının bedeninde, tavrında ve söyleminde çıkmaya devam eder. Bu kısır döngü içimizdeki reddedilenin artık dayanamayıp “göööööööörseeeeeeeeeennnnnneeeeeeeeeeeeee” diye fışkıracağı noktaya kadar sürecek olursa birden içimizden bir işkenceci fırlar, karşımızdakine öyle bir saldırır ki kendimiz bile olana inanamayız. Cinnet geçirmek mi dediniz?


Peki ne olacak? Ne yapacağız? Hepimiz içimizdeki zulmü, yalanı, cinayet, taciz, tecavüz arzusunu ortaya, eyleme mi dökeceğiz? Teksas’ı aratır bir şehir, korkunun başrolde olduğu bir ülke, katillerin cirit attığı bir dünya mı yaratacağız?
Elbette hayır. Yapmamız gereken bunca yıldan beri devam ettirdiğimiz ayrılık bilincini ortadan kaldırmak. Var OL’AN her şeyin BİR ve BÜTÜN olduğunu % 100 kabul etmek. O bütünlüğün kendi içimizde de tıpkı dış dünyadaki gibi tezahür ettiğini ve onurlandırmadığımız her parçanın bütünlüğümüze zarar vereceğini kavramak. Hastalığın içimizde olduğunu reddettiğimiz bir olgunun, duygunun, düşüncenin kendisine madde dünyasında alan bulmaktan öte olmadığını kabul edip hastalandığımızda bize içsel dünyamız hakkında tartışılmaz bilgi sunan bedenimizin varlığına şükran duymak. Sadece iyi, aydınlık, paylaşımcı, dürüst, sevecen, şefkatli, halim ve selim olan “ideal insan” kavramını geldiği yere, sevilme ve kabul görme arzumuzun doğduğu alanımıza, zihnimize, geri göndermek.
Zihnimizdeki “mükemmel” kavramı ulaşıldığı anda yükselen çıtanın adıdır. Oysa var OL’AN tam da OL’duğu haliyle zaten mükemmeldir ve tekâmül yolu ancak bunu kabul ettiğimizde açılır. Bu gerçeği artık görmek, onurlandırıp kabul etmek ve buna uygun yaşamak hem çıtayı hem de bizleri zahmetsizce yükseltecektir diye inanıyorum.
Bunun için uzun zamandır kullandığım ve yararını cidden gördüğüm basit ve etkili bir yol var. Olanı kabul etmek ve VAR OL’AN her şeye % 100 EVET demek. Sevilmemeyi, aç kalmayı, fukaralığı, şişmanlığı, hastalığı, dışlanmayı ve korktuğumuz ne varsa hepsini göze alarak içimizdekini dürüstçe kabul edip dile getirmek. Her şeye izinli OL’mak. “Allah korusun” değil, “Allah fark ettirsin” demeye başlamak.
Karşıtlıklar bir araya geldiğinde birbirlerini yakarak dönüştürür ve bu dönüşüm sonucu ortaya ışık ve ısı çıkar. Evinizdeki her türlü elektrikli eşyada bunu kolayca görebilirsiniz. Elektriği açma kapama düğmesi devrenin kapanıp artı (+) ve eksi (-) enerjilerin birbirlerini yok etmesine yardımcı olduğunda siz bu hali ışık ve ısı olarak fark edersiniz. Devre kapalı olduğu sürece ve akım kesintiye uğramadıkça ısı ve ışık orada kalmaya devam ederler.
Sizin her hangi bir suça izinli olmanız farkındalığınızı daima o ısı ve ışık yayan bölgeye kaydırır. Farkında bile olmadan sürekli ısı ve ışık yayan bir alandan desteklenmeye başlar, karşıtlıkları ise kendi aralarında savaştırarak kullanılır enerjiye dönüştürmüş olursunuz. Üstelik hiç de yorulmadan J.
Neye kızgınsanız ona % 100 EVET deyin, o kızdığınız şeye izinli olun. Kendinize suçlu olma izni vermek sizi suça yöneltmez. Bu izni verirsem suç işlerim endişenizden arının. Suça her haliyle izinli OL’un. Ancak kendinize bu tür bir izin vermeniz sizi izne rağmen suç işlememeye yani gerçekten özgür seçiminizle “iyi” kalmaya yönlendirir. Sevilmek için değil, diğeriyle BİR ve BÜTÜN olduğunuzu anladığınız için “iyi” kalmaya.
Bence, sayılmak ve sevilmek için değil, diğerinin size tuttuğu aynaya bakabildiğiniz, o aynayı tutmasına müteşekkir olduğunuz için “iyi” kalabildiğinizde aynaya olan gereksinmeniz kendiliğinden ortadan kalkar.

Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalana ve yalancılara % 100 EVET, yalana izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Talana ve talancılara % 100 EVET, talana izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Hastalığa ve sağlığa % 100 EVET, hastalığa ve sağlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Fukaralığa ve zenginliğe % 100 EVET, fukaralığa ve zenginliğe izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Şişmanlığa ve cılızlığa % 100 EVET, şişmanlığa ve cılızlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Suça ve suçlulara % 100 EVET. Suça ve suçlulara izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Bilmemeye ve öğrenmemeye % 100 EVET, bilmemeye ve öğrenmemeye izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Anlamamaya ve anlaşılmamaya % 100 EVET, anlamamaya ve anlaşılmamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Sevmemeye ve sevilmemeye % 100 EVET, sevmemeye ve sevilmemeye izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yargılanmaya ve yargılamaya % 100 EVET, yargılanmaya ve yargılamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Dışlanmaya ve dışlamaya % 100 EVET, dışlanmaya ve dışlamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalnızlığa ve topluluğa % 100 EVET, yalnızlığa ve topluluğa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Bağımlılığa ve bağımsızlığa % 100 EVET, bağımlılığa ve bağımsızlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalana, talana, hastalığa, fukaralığa, şişmanlığa, suça, bilmemeye, öğrenmemeye, anlamamaya, sevmemeye, sevilmemeye, yargılanmaya, dışlanmaya, yalnızlığa, bağımlılığa ve var OL’AN ne varsa hepsine izinliyim.
Benim aklıma bunlar geldi, örnek OL’sun diye yazdım. Siz kendi dışladıklarınızı bulun, aynı kalıbı kullanarak zikredin. Dediklerimi saçma, fazla hayalci hatta aptalca bulmuş olabilirsiniz. OL’sun, saçmalamaya, hayal kurmaya ve aptallığa da izinliyim J
İşin doğrusu, inanmasanız da çalışıyor, biliyorum çünkü ben de inanarak başlamamıştım, denedim işe yaradığını gördüm. Siz de “deneyin” demek isterim. Kim bilir benim gibi sizin de işinize yaradığını görebilirsiniz.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Kabul görmeye ve reddedilmeye % 100 EVET, kabul edilmeye ve reddedilmeye, hatta dalga geçilmeye izinliyim J

Kaynak:

8 Eylül 2012 Cumartesi

Hayatın inişli çıkışlı yolunda inişi yaşarken çıkışı bulma umuduyla aramaya devam...


13 Haziran 2012 Çarşamba

Biyolojik Yaşım 55 Peki ya Bilinçaltı Yaşım?

Hepimiz yaşamımız  boyuca farklı yaşlarımızda farklı deneyimlere çekiliriz. Her bir deneyim günün sonunda bizlere birşeyler öğretir, bizim gelişmemizi, ilerlememizi sağlar. Yada yaşlıların deyimiyle tecrübe ediniriz. Bir sonraki benzer deneyimde edindiklerimizle ve yeni yapılanmamızla olaylara bakar, yeni bakış açımızla da sorunları daha kolay çözer hale geliriz. Aslında her şeyin özeti bizlerin huzurlu, mutlu, dingin bir hayat sürmemizden ibarettir.
Bilinçaltı Yaşı
55 yaşında olduğumu biliyorum da bilinçaltım kaç yaşında?
Her zaman çözümlere ulaşmak yukarıda ifade ettiğimiz kadar kolay da olmayabilir. Kimi zaman çekirdek inançlarımız gelir karşımıza dikilir. Bulunduğumuz yaşa kadar bir şekilde öğrenmişizdir ve onun gerçekliği içimizde inanca dönüştüğü için de kolay kolay değişmez. Elbette öncelikle o inanca ulaşıp, onu farkındalık seviyesine çekmek ve bugünkü algımızla tekrar bakmak gerekir.
Bazı davranış kalıplarımız vardırki onlara anlam verebilmek hiç mümkün olmaz. Sürekli tekrarlanan ve güçlü davranış ve düşünce kalıplarına haline gelirler. Onların değişimi, dönüşümü neredeyse imkansızdır. Bunlar kimi zaman fobiler olarak kendini gösterir, kimi zaman kalıplaşmış davranış modelleridir. Ancak ilerleyen yaşlardaki bu davranışlar mantık sınırlarını zorlar ve anlamsız bir hal alır.
Örneğin kimileri hayvandan korkar. Yanından bir kedi yada köpek geçse  kendini başka bir tarafa atar.Bilinçli düşünce çerçevesinde sorduğunuzda niye korktuğunu bilmez. Kimisinin  bazı davranışları çocuk ürkekliğindedir ve bir türlü bu halinden vazgeçemez. Hepiniz hayatınıza baktığınızda bunlara benzer örnekleri görebilirsiniz. Pek çoğumuz ne yaparsak yapalım bu durumun üstesinden gelemeyiz. Bir tür blokaj oluşmuştur. Dışsal davranış olarak ne olduğunu bilsek de içimizde neler olduğunu bilemeyiz.
İçimizde bu durumun sorumlusu bilinçaltı kayıtlarımızdır. Her bireyin gerçekliğine göre değişkenlik arzeder bu kayıtlar.  Peki nedir bunlar?
Bilinçaltı içeriksiz olarak her şeyi kaydeder. Örneğin hipnoz seanslarında farklı zaman dilimlerine gidildiğinde hipnoz uygulaması yapılan kişi o zaman dilimini en ince ayrıntısına kadar anlatabilir. Bilinçte ise hatırlamaz. Çünkü kayıtlar herkesin algı seviyesine göre silinir, bozulur ve genellerek ifade bulur.
Bilinçaltı değişimden nefret eder!
Bilinçaltı doğru, yanlış, iyi, kötü, gerçek, hayal bunları ayırt edemez. Duyduğu kelimeyi cümleden bağımsız olarak kaydeder. İçeriksizdir.
Bilinçaltı değişimden nefret eder, değişimi içinde bulunduğu güvenlik alanının dışına çıkış olarak algılar o nedenle de öğrendiği yaşta kalır. Geçmişimizde, belki çocukluğumuzda bir deneyim yaşarız ve o deneyimin sonucunda birşeyler öğreniriz. Öğrendiklerimiz bizim gelişimimiz için gereklidir. Ancak eğer yaşanan deneyim yaşandığı yaşta , kişiye ağır gelmişse ve o yaşta o deneyimle baş etmeyi öğrenmemişse olumsuz duygular üretir ve o yaşta kalır. Benzer deneyim geldiğinde ise o yaşın tepkilerini verir. Yetersizlik veya değersizlik duygularının yoğun yaşandığı blokajlarda genelde bilinçaltında buna benzer bir kayıt vardır.

Kişi artık yetişkin olmuştur ama bilinçaltı onun hala küçük bir çocuk olduğunu zanneder ve onu korumak adına atalet içinde tutar. Geçmiş zaman kayıtlarındaki güçlüzlüğünü, yetersizliğini şimdiki zamana çeker ve kişiyi durdurur. Kişinin kendisini huzursuz hissetmesine neden olur . Oysaki gerçekte kişinin huzursuzluğu, kendini hala küçük bir çocuk gibi zannetmesindendir.  Gözleri kapalı olarak “ huzursuz olan sen kaç yaşındasın?” sorusu sorulduğunda ilk söylenen yaş blokajın oluşum yaşıdır. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen hala o yaş tepkisi içinde olan kişi şimdiki zaman algısı ile bu durumu farkettiğinde ve olaya artık bir yetişkin olduğunu kabullenerek baktığında düğüm çözülür, kaos biter. Birden bire her şey değişir . Çünkü bilinçaltı yeni durumu algılamış ve kendisini kaldığı yaş blokajından çıkarmıştır.
Dolayısıyla yaşamımızdaki blokajlara bakarken  bilinçaltı yaşımızın dikkate alınması önemlidir. Bilinçaltı her şeyi kaydettiği için o herşeyi bilir ve verdiğimiz içsel tepkilerimiz kendi gerçekliğimizde her zaman doğrudur. Çünkü duyguların enerjisinden birebir etkilenir.
Bu nedenle daha huzurlu ve mutlu bir yaşam için bilinçaltımızla iletişim içinde olmamız önemlidir. Dışa vuran duygusal ve bedensel tepkilerimiz bilinçaltının ifadesidir.  Şimdi ve burada olabilmekle  ve  anda yaşamı sürdürebilmekle fark ettiğimiz kayıtlarımızı bilince çıkararak  hem kendimizi ifade edebilir hem de yaşamımızı daha anlamlı kılarız.
 Ruya YUKSEL

KAYNAK:
 http://indigodergisi.com/2012/06/biyolojik-yasim-55-peki-ya-bilincalti-yasim/


 

11 Ocak 2012 Çarşamba

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy

11 Ocak: "Pek çok yol olsa da her birinin amacı aynıdır. Hedefe ulaşmak için her zaman bir kolay bir de uzun yol vardır. Ya direkt yol vardır ya da hedefe ulaşmadan önce ana yollardan ve yan yollardan dolaştıran dolambaçlı yol vardır. Seçim her zaman bireyin kendisine aittir. Sen kendi yolunu seçmekte tamamen özgürsün. O nedenle onu ara ve izle. Hatta dolambaçlı olanı seçsen ve sonunda ne kadar vakit kaybettiğini farketsen bile... Nereye gittiğini ve ne yaptığını biliyor musun? Doğru yerde olduğunu ve kendi içinde huzurlu olduğunu biliyor musun? Kendi yüreğini araman ve bulman çok önemlidir. Çünkü sen en doğru yerde olduğundan ve yapman gerekeni yaptığından emin değilsen- ki doğru yerde olsaydın yapman gerekeni sevgiyle ve neşeyle yapabilirdin kendinden verebileceğinin en iyisini veremezsin."

10 Ocak 2012 Salı

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy



10 Ocak: "Tüm cevapları içinde aramayı öğren. Sakinleşmek için zaman ayır ve cevapları sükunet içinde bul. Cevap hemen gelmezse ümitsizliğe düşme. Sen sadece Beni bekle ve bil ki zamanlamam daima mükemmeldir ve tüm yaratılışla mükemmel bir ritim içindedir. Yaşam kolay geçmediği zaman sorumluluklarınla yüzleşip sessizlikten ve güvenden güç almak yerine ümitsizce ellerini kaldırıp pes etmek ve kaçmak istemek çok kolaydır. Her şeyden önce Benim irademi bekle. Beni gerçekten sevdiğin zaman irademi gerçekleştirmek istersin çünkü sevgi Sevilen için her şeyi yapmak ister. O nedenle içinde Benim küçük sesimi duyduğun zaman Bana olan sevgin uğruna sana yapmanı önerdiğim yolu izle. Bil ki seni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmayacağım ve yanıltmayacağım. Benim uğruma yaptığın her şey yalnızca en iyi olanın gerçekleşmesini sağlayacaktır

9 Ocak 2012 Pazartesi

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy


9 Ocak: "Bana dayanan ve Benim ışığımla ve sevgimle ilerleyen yaşayan ve varlıklarını Işığımda ve sevgimde tutan ruhlar yıkıcı tüm güçlerden korunacaktır. O nedenle dünyevi endişeler ve insan ırkının durumu sana yük olup seni ezmesin. Eğer ezilirsen yardım edemezsin çünkü o zaman kaosun ve kargaşanın bir parçası haline gelirsin. Dünyadaki karanlık büyürse senin iç ışığının gücü artmalı ki dünyayı alt edip ebedi yaşam ve sevgiyi gösterebilesin. İçindeki hiçbir olumsuzluğun ışığı sönükleştirmesine izin verme o ışık senin önünde ışıl ışıl yansın. İçerideki ışık hiçbir dış güç tarafından söndürülemez dünya şartları ne olursa olsun o sonsuza dek parıldayarak yanacaktır. Sen yaşamınla örnek olarak karanlığın ışığa dönüşmesine yardım edebilirsin. Daima Benimle iletişim halinde ol ve sana her şekilde ve yolda ilham vermeme izin ver."

8 Ocak 2012 Pazar

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy


8 Ocak: "Bilincinde ne tutuyorsun? Ben senin için yalnızca en iyiyi ve senin en yüksek hayrına olanı istiyorum. Eğer özgür iradenle daha azını kendine çekmeyi seçiyorsan daha azıyla tatmin oluyorsan Benim yapabileceğim hiçbir şey yok. En iyiyi beklemekten hiçbir zaman korkma. Kendini değersiz ya da en iyi için yetersiz hissetme. Sana bildiriyorum ki bu senin doğal mirasındır hakkındır ancak onu almalısın onu kabul etmeli ve onu beklemelisin. O senindir; Benim sana hediyemdir. Onu şükran dolu bir kalple kabul edecek misin yoksa onu geri mi çevireceksin? Gereksiz bir alçakgönüllülük hakkın olanı almanda engel oluşturmasın. Ve onu sadece kabul etmekle kalma onun kutsallığını bil ve sonsuz şükran duy. Değerinin bilincinde ol; ve yaşamında oluşan mucizeleri izle; hiçbir şüphe duymadan bilmelisin ki sahip olduğum her şey senindir."

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy

7 Ocak: "Hiçbir zaman kalbini ve zihnini kapatma. Yeni olandan değişik olandan geleneklere uymayandan asla korkma. Sezgilerini ve ilhamı dinlemeye hazır ol; o ilham ki sana bir madde ya da formu bile olmayan yepyeni bir şeyi gösterebilecek bir ilham olabilir ve sen onu kelimelere dökmek durumunda kalabilirsin. Bu ruhsal yolda entellektüel gurur bir dezavantaj olabilir ve gerçeğe bir engel oluşturabilir. İhtiyacın olan akıl değildir; ihtiyacın olan ilham ve sezgidir. Akıl dışarıdan gelir oysa ilham ve sezgi içeriden gelmektedir ve dışarıdan hiçbir şey tarafından etkilenemez. Bilginin içinden gelmesine izin ver; içinde ne varsa onu al. Sahip olduklarını gördüğünde şaşıracaksın. İçinde olan sınırsızdır çünkü o Benden geliyor ve BEN sınırsızım. Ve Bana ait ne varsa o da sınırsız ve sonsuzdur."

6 Ocak 2012 Cuma

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy


6 Ocak: "Bir başkasının ruhsal ilerlemesinden ve başarısından asla kıskançlık duyma. Bil ki sen de aynısını yapabilirsin. Ancak oturup yaşamından yakınmak yerine bunun için bir şeyler yapmalısın. Her ruh yükseklere ulaşabilir. Her ruh Benimle direk iletişime geçebilir. Her ruh eğer isterse ve bu gerçeği kabul ederse Benimle konuşabilir ve birlikte yürüyebilir. Bunun gerçek olabileceğine inanmalı ve yapmayı istemelisin; o zaman gerçekten buna ulaşacaksın. Bunu gerçekleştirmek yaşamlar boyu sürmez. Bunu gerçekleştirmek zaman almaz bile. Bunu yapmayı seçersen bir göz kırpması kadar zaman içinde değişebilirsin. Bir an eskide yürüyor olabilir ve öbür anda muhteşem yenide olabilirsin. Bu bu kadar çabuk gerçekleşebilir; özlemle istemen kararlılığın ve mutlak inanç ve sadakat duyman dışında senin hiçbir gayret göstermene de gerek yoktur. Bunu deneyip Huzur ve Sevgimin seni doldurmasına ve kucaklamasına izin vermeye ne dersin?"

5 Ocak 2012 Perşembe

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy


5 Ocak: "Değişmeye istekli misin? Kendine sakinleşmek için zaman tanı ve ondan sonra kendine çok dürüst ol. Kendinden memnun ve tatminkar mısın? Başkaları için değişimin uygun olduğunu ama senin yaşamının böyle yeterli ve tamam olduğunu mu düşünüyorsun? Eğer tutumun böyleyse o zaman gerçek bir bahar temizliğinin ve düşüncelerinin değişmesinin zamanı gelmiş demektir; aslında tüm yaşamının tamamen alt üst edilip tüm unsurlarının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Bunu yaptıktan sonra bir şeyin senin en yüksek hayrına olup olmadığına ona gerçekten ihtiyacın olup olmadığına bakmadan onu yerine geri koyma. Ne kadar boşsan o kadar iyidir çünkü o zaman seni doldurabilsin diye yeniye yer açıyorsun demektir. Sen ancak yalınken hiçbir şeyin yokken ve tamamen boşken Ben içeri gelebilirim. Her şeyden mahrum kalmış gibi hissettiğin zaman üzülmemelisin. Bana dua et yardım iste ve ben de sana krallığı vereceğim. Yardım ve Rehberliğimi gerçek bir alçakgönüllülük ve sevgiyle bekleyen ruhlardan sakladığım hiçbir şey yoktur."

4 Ocak 2012 Çarşamba


Yenilemelere devam ediyorum. Bu kutuyu da annemdem aldım, kimbilir kaç yıllık, ben bildim bileli var. Sürekli kullanılmaktan boyaları silinmiş ahşabı çıkmıştı. Gönlüm elvermedi dağılıp gitmesine. Eski-yeni resim çekmeye alışamadım daha, unutuyorum baştan resimlemeye. Başta güzelce yıkadım, ahşabı bozulmasın diye hemen arkasından kuru bezle sildim kuruladım. Sonra beyaz akrilik boya ile bir kaç kat boyadım, kuruyunca üstündeki oymalara uygun şekilde renkli boyalarla boyadım, en sonda vernikledim. Kuruduktan sonra da içine gül yaprakları koydum ...

İçimizdeki Kapıları Açmak - Eileen Caddy


4 Ocak: "İnançla yaşamak sana ne ifade ediyor? Güvencen nereden geliyor? İnsanlardan mı? Banka hesabından mı? Yoksa kuvvetli bir şekilde bu Benden Tanrıdan içindeki ilahilikten mi geliyor? Bu konuda oturup düşün; hiçbir şüphe duymadan bileceksin ki güvencenin kaynağı Benim. Hiçbir dış güvence olmadan yaşamında korkusuzca ve coşkuyla büyük bir adım atabilir misin? Bir şeyin doğru olup olmadığını bildiğin zaman onu hiç tereddütsüz gerçekleştirebilir misin? Elini emin bir şekilde Benim elime bırakıp tüm kalbinle ve ruhunla "Senin İraden Olsun" diyerek her ne gelirse kabul etmeye istekli olarak bilinmeyene adım atabilir misin? İnancı güçlendirmenin tek yolu önce küçük sendeleyebileceğin adımları daha sonra da büyüklerini atmaktır; böylece inancın öyle güçlenir ki artık Benim daima seninle orada olduğumu bildiğin için bilinmeyene o dev adımları rahatlıkla atabilirsin."