Her şey karşıtıyla birlikte bütündür ve o yüzden AN’dan AN’a karşıtını yaratmayı sürdürür.
Anneciğim, babacığım size ve
arkanızdaki tüm atalarıma % 100 EVET. Bana yaşamı bağışladığınız ve tüm
deneyimlerinizin kayıtlarını genlerim aracılığıyla bana aktardığınız
için size teşekkür ediyorum. Sizi seviyorum, bilerek bilmeyerek ortaya
koyduğum tüm hatalarım, isyanlarım ve sizlerle ilgili olumsuz düşünce ve
tavırlarım için sizden özür diliyorum, lütfen beni bağışlayın, teşekkür
ediyorum.
Yazı öncesi mağara resimleri, yazılı
tarih ve hatta dinler bize hep aynı savaşımdan söz ediyor. İyi ile kötü,
aydınlık ile karanlık, yaşam ile ölüm arasındaki savaşım. Ya var ya yok
olacaksınız. İyi yandaysanız hem yaşamda hem yaşam sonrasında
varsınızdır var olmaya devam etmeye hak kazanmışsınızdır ve değilseniz
hem yaşamda hem sonrasında yoksunuzdur ve zaten buna hakkınız da yoktur.
Kabul görmeyen “yok” kabul edilir. Tarih sayfaları size bunu hatırlatan
deneyimlerle dolu.
İnsanın var olmaya başladığından bu yana
bitmemiş “savaşmazsan varlığını sürdüremezsin” pompası hala etkili.
Herkes barışın ne kadar da hoş olduğunu biliyor, sürmesini istiyor ama
savaş hiç bitemiyor. Neden acaba?
Karşıt güçler arasındaki savaşı anlatan
en eski, neredeyse tüm sembollerden daha bilinen ünlü Yin/Yang formu
artık neredeyse bebeklerin bile tanıdığı, üzerinde fikir yürütebildiği,
çıkarsayabildiği anlama göre yaşamını düzenlemeye başladığı bir görsel
tema oldu.
Buna göre var olan her şey bir bütündür
ve o bütünlük dünyanın kutupluluk yasasının kurallarına bağlıdır.
Aydınlık, iyi, güzel, akıllı, halim, sevgi dolu ne varsa sembolün bir
yanında beyazla temsil edilirken, karanlık, kötü, çirkin, cahil,
saldırgan korku dolu olanlar sembolün diğer yanında siyahla alan
buluyor.
Aydınlık taraf içinde karanlık olanın
tohumunu ve bunun gibi karanlık olan da içinde aydınlık olanın tohumunu
taşıyor. Buna bağlı olarak aydınlık yanın genişlediği bölgelerde
karanlık olan daralıyor ve tersi…
Bu sembolle ilk çalışmaya başladığımda
ben de diğerleri gibi bana anlatılanlara göre (içime bakmadan önermeleri
tartışmasız doğru kabul ederek) yorum yapmakta olduğumdan, bu genişleme
ve daralma anında birinin diğerine göre artıp azaldığını
varsaymaktaydım. Aradan geçen yıllar, zihinsel olarak esnemeye gayret
etmem ve diğer çalışmalarım bu düşüncemizin mutlak doğru
olmayabileceğini fark etmeme yardımcı oldu. İşin doğrusu mutlak doğru
diye bir kavramın olmadığı, olamayacağı düşüncesini daha çok benimsedim.
Aynı sembole şimdi baktığımda beyazın ya
da siyahın genişlemesinin ille de artış anlamına gelmediğini
düşünüyorum. Alan çalmak için titreşimini yükselterek genleşme ve buna
bağlı genişleme de pekâlâ iki boyutlu bu resimde büyüyen beyaz alan
olarak resmedilmiş olabilir. Durum buysa diğer tarafta azalma değil
sıkışmaya bağlı daralma olacaktır.
Dikkat etmişsinizdir: “Alan çalmak”
kavramından söz ettim. Bu rastlantısal ya da talihsiz bir söylem değil.
Beyaz olanın da “hırsız” olabileceğini net olarak biliyoruz. İçindeki
kara nokta, kötülüğün tohumunun beyaz ya da “iyi” olanda zaten var
olduğunu açıkça dile getiriyor.
İşte bunu ayrımsadığım andan bu yana
bütünlüğün içinde taraf tutmanın sadece diğer tarafa sıkışma ve bunalma
etkisi yapıyor olduğunu da düşünmeye başladım. Ayrıca kimlik kazanmak ve
o kimliğin değerli olması da gerekli ve bu değer ancak karşıtı değersiz
bir şey olduğunda ortaya çıkabiliyor. Kısacası her şey karşıtıyla BİR
ve BÜTÜN ve aynı zamanda ancak karşıtı daha az iyi ise ilkinin iyiliği
anlam kazanıyor.
Yin Yang içindeki bu anlayışımı insana uyarladığımda ilginç ve sarsıcı saptamalarım oldu. Paylaşayım.
Sosyal kimlik, daha refah içinde bir
yaşam, sevilme ve aidiyet gereksinmesi hepimizi toplum tarafından kabul
gören “iyi ve aydınlık” ne varsa onları ön plana getirmeye zorunlu
kılıyor. Konu açıldığında biz özgür seçimimizle “iyi” olduğumuzu
söylesek de bunun hiç de dürüst bir söylem olmadığını kavradığımda
hayatımın tokadını yemiş gibi oldum. Yin içinde yang tohumunu ilk kez bu
kadar net biçimde görüp kavramıştım.
Adeta kendi elimle kendi suratıma izi
yıllarca kaybolmayacak bir şamar indirmiştim. Ben, benim için
söyledikleri kadar iyi olsam da dürüst değildim. Zaten o kadar iyi de
değildim. Sadece o kadar iyiymiş gibi davranıyor ve her seferinde de
bana, tavrıma ya da söylemlerime karşı çıkan, iteleyen, tersleyen kişi
veya kişiler yüzünden ortamları terk etmek zorunda kalıyordum.
O kişilerle kavga etmek bana yakışmazdı.
Seviyeyi koruyarak tartışmak bir süre sonra olanaksızlaşıyordu. Herkes
kendince haklı olduğundan diğerinin kendi fikrini kabul etmesi koşul
oluyordu. Seviyeyi korumak kibriyle susmaksa enayilik, aptallık,
basiretsizlik ya da en azından bilgisizliğin sonucu sayılacaktı. Bunu
nasıl kabul edebilirdim? O zaman geriye tek ve “onurlu” seçenek olarak
istifa etmek yani o ortamdan ayrılmak kalıyordu.
O kişiler böyle davrandıkça, bazen
inanarak bazen de çaresizce ve anlayamadan “var OL’AN her şey birbirine
aynadır” diyor, elimden geldiğince bu aynaya bakmaya özen gösteriyordum,
bu kadarını biliyordum. Anlamasam da ezberlemiştim, önermişlerdi ben de
kabul etmiştim. Bunu görmek yeter sanılsa da yetmiyordu. Bu deneyimi
hayatımdan % 100 çıkaracak biçimde değişemiyordum. İşin doğrusu neyi
anlamadığımı ya da göremediğimi hatta daha da kötüsü neden
anlaşılamadığımı da pek anlayamıyordum.
“Bu nasıl ayna? Ben ne zaman, kime böyle
davranıyorum” diye sorup duruyor, “göremediğim gölge yanım nerede
acaba” diye merak ediyor yine de bu durumdan bir türlü kurtulamıyordum.
Şimdi anlıyorum. O insanlar gibi olmasam da onların bu tavırlarını
yargılıyor, beni anlamamış olmalarına içerliyor, anlaşılmama konusunda
kendime izin vermediğim için bu izinsiz olduğum halimle sık sık
karşılaşıp kabul edemediğim için de içerlemeye ve onu dışlayıp
büyütmeye/güçlendirmeye devam ediyordum. Onlar bana “anlamamaya ve
anlaşılmamaya da izinlisin” diyorlardı da ben duyamıyordum.
Anlamamayı ya da anlaşılmamayı
reddettikçe içimdeki bu parça da büyüyüp güçleniyor ve kendini bana
gösterme çabasına giriyordu. Tıpkı bir sınıfta öğretmenin tüm ilgisinden
yoksun bir öğrencinin kendini belli etme çabasıyla yaramazlık yapması
gibi içinizde görmeyi reddettiğiniz parçalar da dışarıdaymışçasına
kendilerini siz göstermeye başlarlar.
Gerçekte yaptığıma şimdi bakınca… Özgür
seçimimle iyi olmaya değil sevilmeye yönelmiştim. İyi ve aydınlık olanı
içimden öyle geldiği için değil sadece aidiyet hakkımı yitirmemek,
sevilmek ve saygın biri olarak kabul görmek için kullanıyordum. En son
yine böyle kendi gibi düşünmediğim için aptal olduğumu ima eden, çok
bilmişçesine davranan bir arkadaşa “seni görüyorum ve varlığını
onurlandırıyorum, sana yüreğimde bir yer veriyorum ama seni sevmiyorum”
deme cesaretini gösterdim. O arkadaşım bunu anlamadı ve benim çelişkili
biri olduğumu “yürekte ancak sevilene yer verildiğini” söylediyse de ben
o söylemimden bu yana o tür insanlarla karşılaşmamaya başladım. Onu
sevmediğimi ve yine de varlığını onurlandırdığımı kabul edince onun
tavrıyla yaklaşan tüm yansımalar da benden uzaklaşmışlardı işte…
Peki sadece ben mi -en azından- kendine karşı riyakar ve iki yüzlü biriyim?
Reddettiğiniz her şey büyür ve güçlenir, kabul ettiğiniz her şey enerjisini ve gücünü sizinle paylaşarak sizi güçlendirir.
Hangimizin içinde bir katil, yalancı,
tacizci, düzenbaz, çıkarcı yok ki? İnsan mikro kozmossa eğer, makro
kozmosta ne varsa onların hepsine sahip olmalı değil mi? Aksi halde
makro kozmos gibi BİR ve BÜTÜN olabilir mi?
Zayıf olanın içinde şişmanlık, iyi
olanın içinde kötülük, şifacı olanın içinde büyücülük üstelik de
karşıtıyla eşit miktarda olmalı. Aksi halde bütünlük ortadan kalkar ki
bu da olanaksızdır. Özürlü olan, eksik organla doğmuş olan bile kendi
özünde BİR ve BÜTÜN iken her hangi parçamız ve nasıl zıddından ayrı ya
da eksik olabilir ki?
Var olan her şey karşıtı ile bir
bütündür dedik. Bunu şöyle de açıklayabiliriz. Diyelim ki merhameti
yüksek, esirgeyen ve destekleyen yanımız güçlü olsun. Karşıtıyla
bütünlük açısından bakınca zalim, zorlayan ve itekleyen yanımızda tam da
merhametli yanımızla aynı miktarda olacaktır. (Diyelim ki merhamet kilo
ile ölçülebilir ve diyelim ki merhametimiz bir kilo olsun. Bu durumda
mezalimimizde bir kilodur.) Biz sürekli sevgi ve saygı kazandıran
merhametli yanı ön plana çıkarır, diğer, kıran, döken, üzen yanımız
yokmuş gibi davranırsak zalim yanımız sıkışır daralır ve daralıp
sıkıştıkça da güçlenir. Sonunda “beni görmezsen, kabul etmezsen,
varlığımı onurlandırmazsan patlayacağım” dercesine hareket etmeye
başlar.
Patlama noktası geldiğinde, içindeki
merhameti dışlayan, yokmuş gibi davranan, adının yanına zalim, kötü,
hain gibi sıfatlar yakıştırdığımız bir başka kişi aracılığıyla gelir
karşımıza dikilir (BEN, SEN BİRİZ ve ben sende yansıyorum). O zalim
dediğimiz aslında “bak bende sana ait bir şey var onu dışlaman doğru
değil, o sana ait ve bulunması gereken yer senin hayatın, işte şimdi onu
ait olduğu yere gönderiyorum” demektedir.
Başka bir deyişle o kişi: “Senin
içindeki parçalardan biri olan zulmü sen kabul etmedin. Bedeninden,
varlığından dışarı yolladın. Her şey aslına, kaynağına dönmek
zorundadır. O da sana dönmek istiyor ve işte ben de sana onu getirdim”
demektedir.
Biz bunu görmeyi reddettiğimizde ona
kızar öfkelenirsek alttaki mesaj daha da keskinleşir. İçimizdeki mezalim
her reddedişimizde daha da sıkışmakta ve haliyle daha da
keskinleşmektedir. Her inkâr daha da sert, katı, zalim aynalarla
karşılaşmamıza ve buna bağlı olaraki veren, seven, anlayışlı, dürüst
yanımıza daha da çok sarılıp onu daha da fazla sömürmemize yol açar.
Elbette bu hal yaşamın her alanında
kendine sahne bulabilir. Örneğin dürüstlükle davranan, en fazla
dürüstlüğünüzü ön plana çıkaran ve “yalandan ve yalancılardan nefret
ederim” diyenlerdenseniz büyük bir olasılıkla yaşamınızda çok fazla
yalana maruz kalıp en çok yalancılardan çekiyorsunuzdur.
Eli açıklık, paylaşımcılık, bolluk
bilinci ise genel tavrınız, geleni paylaşmak ve gideni
onurlandırmaktansa “elimin kiriydi hiç olmazsa temizlendi” ise
söyleminiz, hayat karşınıza cimrileri, sizi maddi şeyler için
kullananları getiriyordur çoğunlukla.
İntikam duygunuzun varlığı utanç
veriyorsa yaşamınızın her alanında sizi kıran, kızdıran ve hatta size
son derece haksız davranan birilerine toslayıp cezalandırmak
istediğinizde onlara değil kendinize kızıp suçluluk duygusu ile
kavruluyorsunuzdur.
Reddettiğimiz her ne olursa olsun,
karşımıza başkalarının bedeninde, tavrında ve söyleminde çıkmaya devam
eder. Bu kısır döngü içimizdeki reddedilenin artık dayanamayıp
“göööööööörseeeeeeeeeennnnnneeeeeeeeeeeeee” diye fışkıracağı noktaya
kadar sürecek olursa birden içimizden bir işkenceci fırlar,
karşımızdakine öyle bir saldırır ki kendimiz bile olana inanamayız.
Cinnet geçirmek mi dediniz?
Peki ne olacak? Ne yapacağız? Hepimiz
içimizdeki zulmü, yalanı, cinayet, taciz, tecavüz arzusunu ortaya,
eyleme mi dökeceğiz? Teksas’ı aratır bir şehir, korkunun başrolde olduğu
bir ülke, katillerin cirit attığı bir dünya mı yaratacağız?
Elbette hayır. Yapmamız gereken bunca
yıldan beri devam ettirdiğimiz ayrılık bilincini ortadan kaldırmak. Var
OL’AN her şeyin BİR ve BÜTÜN olduğunu % 100 kabul etmek. O bütünlüğün
kendi içimizde de tıpkı dış dünyadaki gibi tezahür ettiğini ve
onurlandırmadığımız her parçanın bütünlüğümüze zarar vereceğini
kavramak. Hastalığın içimizde olduğunu reddettiğimiz bir olgunun,
duygunun, düşüncenin kendisine madde dünyasında alan bulmaktan öte
olmadığını kabul edip hastalandığımızda bize içsel dünyamız hakkında
tartışılmaz bilgi sunan bedenimizin varlığına şükran duymak. Sadece iyi,
aydınlık, paylaşımcı, dürüst, sevecen, şefkatli, halim ve selim olan
“ideal insan” kavramını geldiği yere, sevilme ve kabul görme arzumuzun
doğduğu alanımıza, zihnimize, geri göndermek.
Zihnimizdeki “mükemmel” kavramı
ulaşıldığı anda yükselen çıtanın adıdır. Oysa var OL’AN tam da OL’duğu
haliyle zaten mükemmeldir ve tekâmül yolu ancak bunu kabul ettiğimizde
açılır. Bu gerçeği artık görmek, onurlandırıp kabul etmek ve buna uygun
yaşamak hem çıtayı hem de bizleri zahmetsizce yükseltecektir diye
inanıyorum.
Bunun için uzun zamandır kullandığım ve
yararını cidden gördüğüm basit ve etkili bir yol var. Olanı kabul etmek
ve VAR OL’AN her şeye % 100 EVET demek. Sevilmemeyi, aç kalmayı,
fukaralığı, şişmanlığı, hastalığı, dışlanmayı ve korktuğumuz ne varsa
hepsini göze alarak içimizdekini dürüstçe kabul edip dile getirmek. Her
şeye izinli OL’mak. “Allah korusun” değil, “Allah fark ettirsin” demeye
başlamak.
Karşıtlıklar bir araya geldiğinde
birbirlerini yakarak dönüştürür ve bu dönüşüm sonucu ortaya ışık ve ısı
çıkar. Evinizdeki her türlü elektrikli eşyada bunu kolayca
görebilirsiniz. Elektriği açma kapama düğmesi devrenin kapanıp artı (+)
ve eksi (-) enerjilerin birbirlerini yok etmesine yardımcı olduğunda siz
bu hali ışık ve ısı olarak fark edersiniz. Devre kapalı olduğu sürece
ve akım kesintiye uğramadıkça ısı ve ışık orada kalmaya devam ederler.
Sizin her hangi bir suça izinli olmanız
farkındalığınızı daima o ısı ve ışık yayan bölgeye kaydırır. Farkında
bile olmadan sürekli ısı ve ışık yayan bir alandan desteklenmeye başlar,
karşıtlıkları ise kendi aralarında savaştırarak kullanılır enerjiye
dönüştürmüş olursunuz. Üstelik hiç de yorulmadan J.
Neye kızgınsanız ona % 100 EVET deyin, o kızdığınız şeye izinli olun. Kendinize suçlu olma izni vermek sizi suça yöneltmez.
Bu izni verirsem suç işlerim endişenizden arının. Suça her haliyle
izinli OL’un. Ancak kendinize bu tür bir izin vermeniz sizi izne rağmen
suç işlememeye yani gerçekten özgür seçiminizle “iyi” kalmaya
yönlendirir. Sevilmek için değil, diğeriyle BİR ve BÜTÜN olduğunuzu
anladığınız için “iyi” kalmaya.
Bence, sayılmak ve sevilmek için değil,
diğerinin size tuttuğu aynaya bakabildiğiniz, o aynayı tutmasına
müteşekkir olduğunuz için “iyi” kalabildiğinizde aynaya olan
gereksinmeniz kendiliğinden ortadan kalkar.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalana ve yalancılara % 100 EVET, yalana izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Talana ve talancılara % 100 EVET, talana izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Hastalığa ve sağlığa % 100 EVET, hastalığa ve sağlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Fukaralığa ve zenginliğe % 100 EVET, fukaralığa ve zenginliğe izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Şişmanlığa ve cılızlığa % 100 EVET, şişmanlığa ve cılızlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Suça ve suçlulara % 100 EVET. Suça ve suçlulara izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Bilmemeye ve öğrenmemeye % 100 EVET, bilmemeye ve öğrenmemeye izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Anlamamaya ve anlaşılmamaya % 100 EVET, anlamamaya ve anlaşılmamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Sevmemeye ve sevilmemeye % 100 EVET, sevmemeye ve sevilmemeye izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yargılanmaya ve yargılamaya % 100 EVET, yargılanmaya ve yargılamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Dışlanmaya ve dışlamaya % 100 EVET, dışlanmaya ve dışlamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalnızlığa ve topluluğa % 100 EVET, yalnızlığa ve topluluğa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Bağımlılığa ve bağımsızlığa % 100 EVET, bağımlılığa ve bağımsızlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalana,
talana, hastalığa, fukaralığa, şişmanlığa, suça, bilmemeye, öğrenmemeye,
anlamamaya, sevmemeye, sevilmemeye, yargılanmaya, dışlanmaya,
yalnızlığa, bağımlılığa ve var OL’AN ne varsa hepsine izinliyim.
Benim aklıma bunlar geldi, örnek OL’sun
diye yazdım. Siz kendi dışladıklarınızı bulun, aynı kalıbı kullanarak
zikredin. Dediklerimi saçma, fazla hayalci hatta aptalca bulmuş
olabilirsiniz. OL’sun, saçmalamaya, hayal kurmaya ve aptallığa da
izinliyim J
İşin doğrusu, inanmasanız da çalışıyor,
biliyorum çünkü ben de inanarak başlamamıştım, denedim işe yaradığını
gördüm. Siz de “deneyin” demek isterim. Kim bilir benim gibi sizin de
işinize yaradığını görebilirsiniz.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Kabul
görmeye ve reddedilmeye % 100 EVET, kabul edilmeye ve reddedilmeye,
hatta dalga geçilmeye izinliyim J
Kaynak: