25 Eylül 2012 Salı

YİNE ATMAYA KIYAMADIM :) POLYESTER KAHVE TEPSİSİ

Yeni birşeyler almak, alışveriş yapmak çok güzel de al, al, al nereye kadar ? Eskileri atmaya kıyamıyoruz üstüne birde yenilerini ala ala ev depoya dönüyor. Ondan sonra da eşyalar bize hizmet edecekken biz onlara hizmet etmeye başlıyoruz. Sil,  süpür, yıka, durula, temizle, kullanımda olanı yerleştir, kullanılmayanı kaldır, depola. Ay of gına geliyor bazen. Onun içinde artık kendimi frenlemeye başladım inşallah aynen giderim :)))

Hem eskileri dönüştürmek daha çok hoşuma gidiyor. İşte bir örnek daha :)

Dolabın içinde bir köşede duruyordu, atmaya kıyamadım. Bende bilir bilmez boyadım süsledim, kullanıma hazır hale geldi.

Emektarımın eski hali :

Bu da son hali :


12 Eylül 2012 Çarşamba

Yaz geldi benim hobi işleri de tatile çıktı. Ama blogları günlük izlemeye ara vermeden tam gaz devam ediyorum. Hayran hayran seyrediyorum :)

E yeni bir şeyler üret(e)meyince de paylaşamıyorum biraz önce blogları gezerken EL İŞLERİM'in eleğini gördüm harika olmuş. Geçtiğimiz kış bende fi tarihinden beri kullandığım eleğimi boyamıştım o geldi aklıma paylaşayım dedim. Renk geldi yüzüne :)

Eski hali böyle bir şeydi :














Şimdi böyle oldu :





Sokak Kitaplığı

Ben bunu çok sevdiiiimm :)
http://www.streetartutopia.com/?p=9248


ve de bunu :) Almanya'da yıldırımın devirdiği veya hasarladığı ağaç gövdelerinden oluşturulmuş bu sokak kitaplıkları. Buradan kitap almak için önce bir kitap koyuyorsun ve sonra istediğin bir kitabı alıyorsun, harika süper fikir...





İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye

sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız? ” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “ Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”
 
Deniz KİTE

Varolan Herşeye %100 Evet!

Her şey karşıtıyla birlikte bütündür ve o yüzden AN’dan AN’a karşıtını yaratmayı sürdürür.
Anneciğim, babacığım size ve arkanızdaki tüm atalarıma % 100 EVET. Bana yaşamı bağışladığınız ve tüm deneyimlerinizin kayıtlarını genlerim aracılığıyla bana aktardığınız için size teşekkür ediyorum. Sizi seviyorum, bilerek bilmeyerek ortaya koyduğum tüm hatalarım, isyanlarım ve sizlerle ilgili olumsuz düşünce ve tavırlarım için sizden özür diliyorum, lütfen beni bağışlayın, teşekkür ediyorum.
Yazı öncesi mağara resimleri, yazılı tarih ve hatta dinler bize hep aynı savaşımdan söz ediyor. İyi ile kötü, aydınlık ile karanlık, yaşam ile ölüm arasındaki savaşım. Ya var ya yok olacaksınız. İyi yandaysanız hem yaşamda hem yaşam sonrasında varsınızdır var olmaya devam etmeye hak kazanmışsınızdır ve değilseniz hem yaşamda hem sonrasında yoksunuzdur ve zaten buna hakkınız da yoktur. Kabul görmeyen “yok” kabul edilir. Tarih sayfaları size bunu hatırlatan deneyimlerle dolu.
İnsanın var olmaya başladığından bu yana bitmemiş “savaşmazsan varlığını sürdüremezsin” pompası hala etkili. Herkes barışın ne kadar da hoş olduğunu biliyor, sürmesini istiyor ama savaş hiç bitemiyor. Neden acaba?
Karşıt güçler arasındaki savaşı anlatan en eski, neredeyse tüm sembollerden daha bilinen ünlü Yin/Yang formu artık neredeyse bebeklerin bile tanıdığı, üzerinde fikir yürütebildiği, çıkarsayabildiği anlama göre yaşamını düzenlemeye başladığı bir görsel tema oldu.
Buna göre var olan her şey bir bütündür ve o bütünlük dünyanın kutupluluk yasasının kurallarına bağlıdır. Aydınlık, iyi, güzel, akıllı, halim, sevgi dolu ne varsa sembolün bir yanında beyazla temsil edilirken, karanlık, kötü, çirkin, cahil, saldırgan korku dolu olanlar sembolün diğer yanında siyahla alan buluyor.
Aydınlık taraf içinde karanlık olanın tohumunu ve bunun gibi karanlık olan da içinde aydınlık olanın tohumunu taşıyor. Buna bağlı olarak aydınlık yanın genişlediği bölgelerde karanlık olan daralıyor ve tersi…
Bu sembolle ilk çalışmaya başladığımda ben de diğerleri gibi bana anlatılanlara göre (içime bakmadan önermeleri tartışmasız doğru kabul ederek) yorum yapmakta olduğumdan, bu genişleme ve daralma anında birinin diğerine göre artıp azaldığını varsaymaktaydım. Aradan geçen yıllar, zihinsel olarak esnemeye gayret etmem ve diğer çalışmalarım bu düşüncemizin mutlak doğru olmayabileceğini fark etmeme yardımcı oldu. İşin doğrusu mutlak doğru diye bir kavramın olmadığı, olamayacağı düşüncesini daha çok benimsedim.
Aynı sembole şimdi baktığımda beyazın ya da siyahın genişlemesinin ille de artış anlamına gelmediğini düşünüyorum. Alan çalmak için titreşimini yükselterek genleşme ve buna bağlı genişleme de pekâlâ iki boyutlu bu resimde büyüyen beyaz alan olarak resmedilmiş olabilir. Durum buysa diğer tarafta azalma değil sıkışmaya bağlı daralma olacaktır.
Dikkat etmişsinizdir: “Alan çalmak” kavramından söz ettim. Bu rastlantısal ya da talihsiz bir söylem değil. Beyaz olanın da “hırsız” olabileceğini net olarak biliyoruz. İçindeki kara nokta, kötülüğün tohumunun beyaz ya da “iyi” olanda zaten var olduğunu açıkça dile getiriyor.
İşte bunu ayrımsadığım andan bu yana bütünlüğün içinde taraf tutmanın sadece diğer tarafa sıkışma ve bunalma etkisi yapıyor olduğunu da düşünmeye başladım. Ayrıca kimlik kazanmak ve o kimliğin değerli olması da gerekli ve bu değer ancak karşıtı değersiz bir şey olduğunda ortaya çıkabiliyor. Kısacası her şey karşıtıyla BİR ve BÜTÜN ve aynı zamanda ancak karşıtı daha az iyi ise ilkinin iyiliği anlam kazanıyor.
Yin Yang içindeki bu anlayışımı insana uyarladığımda ilginç ve sarsıcı saptamalarım oldu. Paylaşayım.


Sosyal kimlik, daha refah içinde bir yaşam, sevilme ve aidiyet gereksinmesi hepimizi toplum tarafından kabul gören “iyi ve aydınlık” ne varsa onları ön plana getirmeye zorunlu kılıyor. Konu açıldığında biz özgür seçimimizle “iyi” olduğumuzu söylesek de bunun hiç de dürüst bir söylem olmadığını kavradığımda hayatımın tokadını yemiş gibi oldum. Yin içinde yang tohumunu ilk kez bu kadar net biçimde görüp kavramıştım.
Adeta kendi elimle kendi suratıma izi yıllarca kaybolmayacak bir şamar indirmiştim. Ben, benim için söyledikleri kadar iyi olsam da dürüst değildim. Zaten o kadar iyi de değildim. Sadece o kadar iyiymiş gibi davranıyor ve her seferinde de bana, tavrıma ya da söylemlerime karşı çıkan, iteleyen, tersleyen kişi veya kişiler yüzünden ortamları terk etmek zorunda kalıyordum.
O kişilerle kavga etmek bana yakışmazdı. Seviyeyi koruyarak tartışmak bir süre sonra olanaksızlaşıyordu. Herkes kendince haklı olduğundan diğerinin kendi fikrini kabul etmesi koşul oluyordu. Seviyeyi korumak kibriyle susmaksa enayilik, aptallık, basiretsizlik ya da en azından bilgisizliğin sonucu sayılacaktı. Bunu nasıl kabul edebilirdim? O zaman geriye tek ve “onurlu” seçenek olarak istifa etmek yani o ortamdan ayrılmak kalıyordu.
O kişiler böyle davrandıkça, bazen inanarak bazen de çaresizce ve anlayamadan “var OL’AN her şey birbirine aynadır” diyor, elimden geldiğince bu aynaya bakmaya özen gösteriyordum, bu kadarını biliyordum. Anlamasam da ezberlemiştim, önermişlerdi ben de kabul etmiştim. Bunu görmek yeter sanılsa da yetmiyordu. Bu deneyimi hayatımdan % 100 çıkaracak biçimde değişemiyordum. İşin doğrusu neyi anlamadığımı ya da göremediğimi hatta daha da kötüsü neden anlaşılamadığımı da pek anlayamıyordum.
“Bu nasıl ayna? Ben ne zaman, kime böyle davranıyorum” diye sorup duruyor, “göremediğim gölge yanım nerede acaba” diye merak ediyor yine de bu durumdan bir türlü kurtulamıyordum. Şimdi anlıyorum. O insanlar gibi olmasam da onların bu tavırlarını yargılıyor, beni anlamamış olmalarına içerliyor, anlaşılmama konusunda kendime izin vermediğim için bu izinsiz olduğum halimle sık sık karşılaşıp kabul edemediğim için de içerlemeye ve onu dışlayıp büyütmeye/güçlendirmeye devam ediyordum. Onlar bana “anlamamaya ve anlaşılmamaya da izinlisin” diyorlardı da ben duyamıyordum.
Anlamamayı ya da anlaşılmamayı reddettikçe içimdeki bu parça da büyüyüp güçleniyor ve kendini bana gösterme çabasına giriyordu. Tıpkı bir sınıfta öğretmenin tüm ilgisinden yoksun bir öğrencinin kendini belli etme çabasıyla yaramazlık yapması gibi içinizde görmeyi reddettiğiniz parçalar da dışarıdaymışçasına kendilerini siz göstermeye başlarlar.
Gerçekte yaptığıma şimdi bakınca… Özgür seçimimle iyi olmaya değil sevilmeye yönelmiştim. İyi ve aydınlık olanı içimden öyle geldiği için değil sadece aidiyet hakkımı yitirmemek, sevilmek ve saygın biri olarak kabul görmek için kullanıyordum. En son yine böyle kendi gibi düşünmediğim için aptal olduğumu ima eden, çok bilmişçesine davranan bir arkadaşa “seni görüyorum ve varlığını onurlandırıyorum, sana yüreğimde bir yer veriyorum ama seni sevmiyorum” deme cesaretini gösterdim. O arkadaşım bunu anlamadı ve benim çelişkili biri olduğumu “yürekte ancak sevilene yer verildiğini” söylediyse de ben o söylemimden bu yana o tür insanlarla karşılaşmamaya başladım. Onu sevmediğimi ve yine de varlığını onurlandırdığımı kabul edince onun tavrıyla yaklaşan tüm yansımalar da benden uzaklaşmışlardı işte…
Peki sadece ben mi -en azından- kendine karşı riyakar ve iki yüzlü biriyim?
Reddettiğiniz her şey büyür ve güçlenir, kabul ettiğiniz her şey enerjisini ve gücünü sizinle paylaşarak sizi güçlendirir.

Hangimizin içinde bir katil, yalancı, tacizci, düzenbaz, çıkarcı yok ki? İnsan mikro kozmossa eğer, makro kozmosta ne varsa onların hepsine sahip olmalı değil mi? Aksi halde makro kozmos gibi BİR ve BÜTÜN olabilir mi?
Zayıf olanın içinde şişmanlık, iyi olanın içinde kötülük, şifacı olanın içinde büyücülük üstelik de karşıtıyla eşit miktarda olmalı. Aksi halde bütünlük ortadan kalkar ki bu da olanaksızdır. Özürlü olan, eksik organla doğmuş olan bile kendi özünde BİR ve BÜTÜN iken her hangi parçamız ve nasıl zıddından ayrı ya da eksik olabilir ki?
Var olan her şey karşıtı ile bir bütündür dedik. Bunu şöyle de açıklayabiliriz. Diyelim ki merhameti yüksek, esirgeyen ve destekleyen yanımız güçlü olsun. Karşıtıyla bütünlük açısından bakınca zalim, zorlayan ve itekleyen yanımızda tam da merhametli yanımızla aynı miktarda olacaktır. (Diyelim ki merhamet kilo ile ölçülebilir ve diyelim ki merhametimiz bir kilo olsun. Bu durumda mezalimimizde bir kilodur.) Biz sürekli sevgi ve saygı kazandıran merhametli yanı ön plana çıkarır, diğer, kıran, döken, üzen yanımız yokmuş gibi davranırsak zalim yanımız sıkışır daralır ve daralıp sıkıştıkça da güçlenir. Sonunda “beni görmezsen, kabul etmezsen, varlığımı onurlandırmazsan patlayacağım” dercesine hareket etmeye başlar.
Patlama noktası geldiğinde, içindeki merhameti dışlayan, yokmuş gibi davranan, adının yanına zalim, kötü, hain gibi sıfatlar yakıştırdığımız bir başka kişi aracılığıyla gelir karşımıza dikilir (BEN, SEN BİRİZ ve ben sende yansıyorum). O zalim dediğimiz aslında “bak bende sana ait bir şey var onu dışlaman doğru değil, o sana ait ve bulunması gereken yer senin hayatın, işte şimdi onu ait olduğu yere gönderiyorum” demektedir.
Başka bir deyişle o kişi: “Senin içindeki parçalardan biri olan zulmü sen kabul etmedin. Bedeninden, varlığından dışarı yolladın. Her şey aslına, kaynağına dönmek zorundadır. O da sana dönmek istiyor ve işte ben de sana onu getirdim” demektedir.
Biz bunu görmeyi reddettiğimizde ona kızar öfkelenirsek alttaki mesaj daha da keskinleşir. İçimizdeki mezalim her reddedişimizde daha da sıkışmakta ve haliyle daha da keskinleşmektedir. Her inkâr daha da sert, katı, zalim aynalarla karşılaşmamıza ve buna bağlı olaraki veren, seven, anlayışlı, dürüst yanımıza daha da çok sarılıp onu daha da fazla sömürmemize yol açar.
Elbette bu hal yaşamın her alanında kendine sahne bulabilir. Örneğin dürüstlükle davranan, en fazla dürüstlüğünüzü ön plana çıkaran ve “yalandan ve yalancılardan nefret ederim” diyenlerdenseniz büyük bir olasılıkla yaşamınızda çok fazla yalana maruz kalıp en çok yalancılardan çekiyorsunuzdur.
Eli açıklık, paylaşımcılık, bolluk bilinci ise genel tavrınız, geleni paylaşmak ve gideni onurlandırmaktansa “elimin kiriydi hiç olmazsa temizlendi” ise söyleminiz, hayat karşınıza cimrileri, sizi maddi şeyler için kullananları getiriyordur çoğunlukla.
İntikam duygunuzun varlığı utanç veriyorsa yaşamınızın her alanında sizi kıran, kızdıran ve hatta size son derece haksız davranan birilerine toslayıp cezalandırmak istediğinizde onlara değil kendinize kızıp suçluluk duygusu ile kavruluyorsunuzdur.
Reddettiğimiz her ne olursa olsun, karşımıza başkalarının bedeninde, tavrında ve söyleminde çıkmaya devam eder. Bu kısır döngü içimizdeki reddedilenin artık dayanamayıp “göööööööörseeeeeeeeeennnnnneeeeeeeeeeeeee” diye fışkıracağı noktaya kadar sürecek olursa birden içimizden bir işkenceci fırlar, karşımızdakine öyle bir saldırır ki kendimiz bile olana inanamayız. Cinnet geçirmek mi dediniz?


Peki ne olacak? Ne yapacağız? Hepimiz içimizdeki zulmü, yalanı, cinayet, taciz, tecavüz arzusunu ortaya, eyleme mi dökeceğiz? Teksas’ı aratır bir şehir, korkunun başrolde olduğu bir ülke, katillerin cirit attığı bir dünya mı yaratacağız?
Elbette hayır. Yapmamız gereken bunca yıldan beri devam ettirdiğimiz ayrılık bilincini ortadan kaldırmak. Var OL’AN her şeyin BİR ve BÜTÜN olduğunu % 100 kabul etmek. O bütünlüğün kendi içimizde de tıpkı dış dünyadaki gibi tezahür ettiğini ve onurlandırmadığımız her parçanın bütünlüğümüze zarar vereceğini kavramak. Hastalığın içimizde olduğunu reddettiğimiz bir olgunun, duygunun, düşüncenin kendisine madde dünyasında alan bulmaktan öte olmadığını kabul edip hastalandığımızda bize içsel dünyamız hakkında tartışılmaz bilgi sunan bedenimizin varlığına şükran duymak. Sadece iyi, aydınlık, paylaşımcı, dürüst, sevecen, şefkatli, halim ve selim olan “ideal insan” kavramını geldiği yere, sevilme ve kabul görme arzumuzun doğduğu alanımıza, zihnimize, geri göndermek.
Zihnimizdeki “mükemmel” kavramı ulaşıldığı anda yükselen çıtanın adıdır. Oysa var OL’AN tam da OL’duğu haliyle zaten mükemmeldir ve tekâmül yolu ancak bunu kabul ettiğimizde açılır. Bu gerçeği artık görmek, onurlandırıp kabul etmek ve buna uygun yaşamak hem çıtayı hem de bizleri zahmetsizce yükseltecektir diye inanıyorum.
Bunun için uzun zamandır kullandığım ve yararını cidden gördüğüm basit ve etkili bir yol var. Olanı kabul etmek ve VAR OL’AN her şeye % 100 EVET demek. Sevilmemeyi, aç kalmayı, fukaralığı, şişmanlığı, hastalığı, dışlanmayı ve korktuğumuz ne varsa hepsini göze alarak içimizdekini dürüstçe kabul edip dile getirmek. Her şeye izinli OL’mak. “Allah korusun” değil, “Allah fark ettirsin” demeye başlamak.
Karşıtlıklar bir araya geldiğinde birbirlerini yakarak dönüştürür ve bu dönüşüm sonucu ortaya ışık ve ısı çıkar. Evinizdeki her türlü elektrikli eşyada bunu kolayca görebilirsiniz. Elektriği açma kapama düğmesi devrenin kapanıp artı (+) ve eksi (-) enerjilerin birbirlerini yok etmesine yardımcı olduğunda siz bu hali ışık ve ısı olarak fark edersiniz. Devre kapalı olduğu sürece ve akım kesintiye uğramadıkça ısı ve ışık orada kalmaya devam ederler.
Sizin her hangi bir suça izinli olmanız farkındalığınızı daima o ısı ve ışık yayan bölgeye kaydırır. Farkında bile olmadan sürekli ısı ve ışık yayan bir alandan desteklenmeye başlar, karşıtlıkları ise kendi aralarında savaştırarak kullanılır enerjiye dönüştürmüş olursunuz. Üstelik hiç de yorulmadan J.
Neye kızgınsanız ona % 100 EVET deyin, o kızdığınız şeye izinli olun. Kendinize suçlu olma izni vermek sizi suça yöneltmez. Bu izni verirsem suç işlerim endişenizden arının. Suça her haliyle izinli OL’un. Ancak kendinize bu tür bir izin vermeniz sizi izne rağmen suç işlememeye yani gerçekten özgür seçiminizle “iyi” kalmaya yönlendirir. Sevilmek için değil, diğeriyle BİR ve BÜTÜN olduğunuzu anladığınız için “iyi” kalmaya.
Bence, sayılmak ve sevilmek için değil, diğerinin size tuttuğu aynaya bakabildiğiniz, o aynayı tutmasına müteşekkir olduğunuz için “iyi” kalabildiğinizde aynaya olan gereksinmeniz kendiliğinden ortadan kalkar.

Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalana ve yalancılara % 100 EVET, yalana izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Talana ve talancılara % 100 EVET, talana izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Hastalığa ve sağlığa % 100 EVET, hastalığa ve sağlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Fukaralığa ve zenginliğe % 100 EVET, fukaralığa ve zenginliğe izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Şişmanlığa ve cılızlığa % 100 EVET, şişmanlığa ve cılızlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Suça ve suçlulara % 100 EVET. Suça ve suçlulara izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Bilmemeye ve öğrenmemeye % 100 EVET, bilmemeye ve öğrenmemeye izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Anlamamaya ve anlaşılmamaya % 100 EVET, anlamamaya ve anlaşılmamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Sevmemeye ve sevilmemeye % 100 EVET, sevmemeye ve sevilmemeye izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yargılanmaya ve yargılamaya % 100 EVET, yargılanmaya ve yargılamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Dışlanmaya ve dışlamaya % 100 EVET, dışlanmaya ve dışlamaya izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalnızlığa ve topluluğa % 100 EVET, yalnızlığa ve topluluğa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Bağımlılığa ve bağımsızlığa % 100 EVET, bağımlılığa ve bağımsızlığa izinliyim.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Yalana, talana, hastalığa, fukaralığa, şişmanlığa, suça, bilmemeye, öğrenmemeye, anlamamaya, sevmemeye, sevilmemeye, yargılanmaya, dışlanmaya, yalnızlığa, bağımlılığa ve var OL’AN ne varsa hepsine izinliyim.
Benim aklıma bunlar geldi, örnek OL’sun diye yazdım. Siz kendi dışladıklarınızı bulun, aynı kalıbı kullanarak zikredin. Dediklerimi saçma, fazla hayalci hatta aptalca bulmuş olabilirsiniz. OL’sun, saçmalamaya, hayal kurmaya ve aptallığa da izinliyim J
İşin doğrusu, inanmasanız da çalışıyor, biliyorum çünkü ben de inanarak başlamamıştım, denedim işe yaradığını gördüm. Siz de “deneyin” demek isterim. Kim bilir benim gibi sizin de işinize yaradığını görebilirsiniz.
Var OL’AN her şeye % 100 EVET. Kabul görmeye ve reddedilmeye % 100 EVET, kabul edilmeye ve reddedilmeye, hatta dalga geçilmeye izinliyim J

Kaynak:

8 Eylül 2012 Cumartesi

Hayatın inişli çıkışlı yolunda inişi yaşarken çıkışı bulma umuduyla aramaya devam...